Zeynep Aksoy Kimdir?
Robert Kolej mezunu, Amerikan Hastanesi Code Lotus Mindfulness merkezi kurucusu, Zeynep Aksoy Reset Youtube kanalı ile meditasyonu binlerce insana tanıtmıştır.
Geliştirdiği bütünsel ve mindfulness odaklı yoga uzmanlık programını pandemi sürecinde bağış sistemi ile sundu. Böylece binlerce insana yoga konusunda bilgilenme ve kariyer edinme olanağı sağlayan bir sosyal sorumluluk projesi başlattı. Zeynep Aksoy @zeynepaksoyreset ile yaptığımız röportajda yoga ve mindfulness’a dair birçok sorunun cevabını bulacaksınız.
Pandemi süreciyle 2006 yılından beri geliştirdiği bütünsel ve mindfulness odaklı yoga uzmanlık programını bağış sistemi ile sunarak binlerce insana yoga konusunda bilgilenme ve kariyer edinme konusunda sosyal sorumluluk projesi başlattı.
Yoga ile ilk tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Yoga ile tanışmam New York, Amerika’da yaşadığım dönemde oldu. Ancak çocukluğumdan beri spiritüel dürtülerim ve arayışım vardı. Ailem pek dindar değildi. İlkokulu Japonya’da okuduğum için orada Budizm ve Şinto olmak üzere farklı bir spiritüel yaklaşımım olduğunu hissetmiştim.
Yoganın bilinir olmaya başladığı ilk dönemlerde tanıştım yoga ile. Çok fazla hareket etmeyen bir insan olduğum için fiziksel aktivite bana çok iyi gelmişti. Jiva Mukti adlı bir merkezde o dönemde Madonna, Christian Slater gibi ünlüler ile birlikte ders aldım. Çok eğlenceli bir ortamdı. Bir yandan da yoga hocaları çok spiritüel konuşmalar yapıyordu. O an vuruldum yogaya ve “işte bu” dedim. O dönem yapılan yoga için mindfulnesstan bahsedemem, çünkü genel tavırları “mağdur et kendini” gibi bir yaklaşımdı. “Acıyorsa da
yap” gibi bir beden yaklaşımları vardı.
Çok ilginçtir, ne zaman dikkati nefese getirirsen, mindfulness otomatik başlıyor ve interosepsiyon (*) başlıyor. O sebeple aslında kötü bile olsa yoga hocası mindfulness öğretir. Diyelim ki hoca vasat bir eğitim almış, çok da iyi bilmiyor ve anatomik olarak insanları incitiyor, ancak hareket ile birlikte nefese yönelik farkındalık olduğu an herkes dönüşmeye başlıyor. Dolayısıyla ben, yogaya ilk adımlarımı, artık takip etmediğim bir yoga tarzıyla attım. Yolculukta daha sonra Godfrey Devereux karşıma çıktı. Eşimle de o eğitimde tanıştım.
Godfrey Devereux’dan aldığınız eğitimde neler farklıydı?
Godfrey, Zen geleneğinden geldiği için, yani Budist geleneğinde meditasyon yaptığı için yoga ile birlikte özgün bir kombinasyon yapmıştı. Hala Türkiye’ye eğitim vermek için gelir. Onun mindful bir dili ve beden yaklaşımı vardır. Felsefesi şudur: “Araştır, hisset, sınırlarına göre, berrak gör, bir şey peşinde koşma”
Diğer klasik yoga hocalarında ise “Şu spirali uygula, buraya uzan, hizana dikkat et” gibi bir yaklaşım mevcuttu. Godfrey mindful bir dil ve uygulamaya sahip yoga hocasıydı. Peter Levine yaklaşımı ile travma bilgisi ortaya çıktı ve bedene yaklaşımın ne kadar hassas olması gerektiğini ve önemini fark ettik.
Tüm bu ekoller ve deneyimler ışığında sizde ve yoganız da nasıl bir anlayış/felsefe gelişti ?
O döneme kadar yoga spor salonu faaliyeti gibiydi aslında. Travma bilgisi yayıldıkça ve mindfulness dünya çapında popülerleştikçe yogada da “hisset, sınırlarını aşma, hislerini fark et” gibi bir yaklaşım gelişti. Dışarıdan estetik bir gözle bakmak yerine “içerde hisset” anlayışı zaten girmişti artık yogaya. 2000 başlarındab bunu uyguladığım da henüz bu kadar popüler değildi. O zamanlar travma bilgileri de bu kadar bilinmiyordu. Aslında o dönemlerde ben yogada mindfulness uygulamaya başlamıştım.
Eşim de Budist geleneğinden yetişmiş bir kişidir, yoga temelli değildir. 18 yaşında meditasyona başlamış ve 20’li yaşlarda yoga ile Godfrey sayesinde buluşmuş. Birlikteliğimiz sürecinde ondan da çok şey öğrendim. Türkiye’de hareketi mindfulness bir dille, binlerce senelik geleneksel seküler bir şekilde, din gibi olmayan bir noktadan, Budist meditasyonu anlatmaya ve tanıtmaya başladık. Bu noktada David ve ben Türkiye’de özgün bir ekip olduk. Sonrasında eşim Oxford’da mindfulness masterına başladı. Bende o dönemde anatomik fasya ve fasya bilgisi ile karşılaştım. Fasya çalışmalarında da mindful bir yaklaşım öneriliyordu. Yani bedeninde bir noktada bir rahatsızlık varsa, kol veya omuz gibi, bunu mekanik olarak hareket ettirmek yerine, daha hissederek daha araştırmacı bir yaklaşımla hareket ettiğinde daha şifalı
olduğunu görüyor ve anlatıyorlar. Bu da harekette mindfulness’a yer açıyor. Sağdan soldan gelen tüm bilgiler aynı kapıya çıkıyordu; mindfulness’a.
Yoganın bir çok türü var, kimi meditasyona kimi de harekete yoğunlaşıyor. Siz yogayı nasıl tanımlıyorsunuz?
En eski metinler olan Bhagavad Gita Unisipadlar, Patanjali yoga sutralar gibi yogayı tanımlayan metinlerde hareket yok, hareketten bahsetmiyor. Hareket ekolü daha yeni dönem, 1000 senelik bir ekol ve hatha yoga deniyor. Yoga bilinçte bir dönüşüm, algın dönüşüyor. Orada duranı bir yılan zannediyorsun, sonra bir bakıyorsun aslında ipmiş ve aynı şey orada duruyor. Algın değiştiği için korkun gidiyor ve bu ölüm için bile geçerli olabiliyor. Yogi ölüme bile buluşmaya gidiyormuş gibi algısını değiştirebiliyor. Çoğu kişi uyanık olmasa da, çoğumuz o denli bir bilinç dönüşümü yaşamasa da bunun dereceleri var. O yüzden ben % 5- % 10 daha uyansam bu hayatımda bu çabalarımla o benim için değer çünkü o yüzde % 5- % 10, benim annemin beni yetiştirmesi ile benim çocuklarımı yetiştirmem arasındaki farkı dağlar kadar gösteren nokta oluyor. Küçük değişiklikler hedefleyelim derim yoksa çok hayal kırıklığı oluyor. Çünkü meditasyon yapıyorsun, kitaplar okuyorsun sonra birdenbire bir olay oluyor günlük hayatta ve sen “Nefret ediyorum o
adamdan” diyorsun ve sonra kendi kendine “Ben 20 yıldır yoga yapıyorum ama”. O sebeple çok büyük bir şey beklemeyelim, bunun altını çizmek isterim çünkü çok önemli.
Yoga hayatınıza girdikten sonra sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Bedenimle barışık bir insan değildim, blumia denilen yeme bozukluğum vardı, yiyip kusardım. Kendime sürekli bakıp beğenmezdim ve şişman görürdüm. Selülitli kocaman bir bacağa bakarsın ve nefret edersin. Kimse o yüzden beni beğenmeyecek diye düşündüğüm bir dünyada yaşıyordum. Bunun çok kadında olduğunu düşünüyorum aslında. Kültürün alt metninde, ördüğü insanların bakışından tepkilerinden kodlanan bir mesaj var ve o mesaj büyük enerji tüketen bir şey hepimizde. Kadınların aklının %50 si görüntü ve dışarıdan beğenilme üzerine kodlu. Bu boşa harcanan bir vakit. O alanda dönüşüm olması muazzam bir şey ve yine de %100 olduğunu düşünmüyorum. Çünkü öyle bir kodlanmış ki, aynada gördüğümde baktığım yerler hep aynı ve o bakış oto pilottan geliyor yani aynı noktaları kontrol ediyor. Otopilotu tanıyabilmek ve ona evet bu otopilot diyebilmek benim utançla baş etmemi, insanların beğenisi olmadan yolumda ilerleyip risk almamı ve kendi tutkularımı takip etmeme sebep oldu ve daha ne isteyebilirim diye düşünüyorum ve bu şok edici bir şey. Eşim David’de kardeşlerinden o kadar farklı ki hümanist ve daha liberal bunu yoga ve mindfulnesa bağlıyor kendisi de.
Sizce meditasyon ve yoga bir yaşam biçimi midir?
Gittikçe ikna oluyorum buna. Eskiden yaşam biçiminiz ne olursa olsun hareketleri yapın derdim ancak günümüzde sosyal medya sayesinde insanların ne kadar büyük ızdırap yaşadığı ortaya çıktı. 50 sene önce dünyanın neresinde çatışma var, orada fakirlik nasıl gibi konuları bilmezdik. Şimdi hepsinden haberdar oluyoruz. Eski değer sistemi değişiyor. Önce ailemi kurayım, sonra zengin olayım, benim neslim ve bir sonraki nesil rahat etsin, korunsun şeklindeki kafa yapısı değişmesi gerekiyor artık. Değişmezse iklim elden gidiyor. Bu bir hayat tarzı. Sen bir işveren olarak işyerinde insanları fakirliğe düşürüyorsan, “full time almayalım ki SSK’sını ödemeyelim” düşüncesindeysen, bir insanın ve ailesinin hayatını etkilediğini bile bile bu kararı alabiliyorsan ve sonra gidip de lüks bir yoga merkezinde “kafa duruşu” yapıyorsan, benim için bir yogi değilsin. Bunlar ciddi düşünülmesi ve bütünsel olarak yaklaşılması gereken konular artık.
Yoga ve mindfulness arasında nasıl bir bağ var? Yoga meditasyona mı açılır? Meditasyon
için mi alan açıyor? Mindfulness için bir alan mı açıyor?
Yoga’nın orijinali zaten sadece meditasyon ve hatha yoga -hareket içeren yoga tarzı- ortaya çıktığında meditasyonu desteklemek için ortaya çıktı. Bu çok bilinmez çünkü günümüzde hareket yoga, meditasyon da başka bir şey gibi görülüyor. Yoga dediğimiz şey meditasyon ve hareketlerdir, beden enerjilerinin daha iyi akması içindir. Meditasyon da ulaşılan yüksek bilinç seviyeleri için bedeni pişiriyor derler. Yoga hareketleri bedeni pişiriyor ki kase daha sağlam olsun. Çünkü bazı aydınlanmalar yaşandığında insanın sarsıldığı söyleniyor. Buna -travma –Peter Levine yaklaşımıyla bakarsak, güç kazanmadan travmana bakamıyorsun. Eğer donanımlı değilsen, içinde yeterince haz ve pozitiflik yoksa, o zor travmana bakamıyorsun bile. Bence ikisi de aynı şeyi anlatıyor. Önce güç yaratıyorsun ve sonra o bilinç oluşunca, değişim gerçekleşince hazırsın. Yoga her zaman meditasyondu, hareket değildi.
Kişinin sinir sistemi fasyadan geçtiği için hareketler ve nefesler ile sinir sistemini regüle edebiliyoruz. Beynin yapısında hareket ve nefes ile birlikte dönüşüm başlıyor. O yüzden daha derine inmek istiyorsan sessiz oturup, yalnız kalıp hareket etmeden durmalısın. Bu illa meditasyon değil. İslam ve diğer dinlerde de bahsedilen yalnız kal, içine dön, dua et gibi, bu insan için bir şart aslında, ancak çok ritüelleştirildiği için belki içindeki zihnin tavrı çok açılmamış. Yani deniliyor ki, beş vakit namaz kıl ya da dua oku. Aslında namazı da, duayı da oto pilottan, hissetmeden yaparsan o da çok işe yaramıyor. Orada bir dönüşüm olması için tavır önemli ve mindfulness ve meditasyonu bugün tanıdığımızda tavır olarak öğreniyoruz. Harvard’dan gelen bilimsel araştırmalarla ve Budist psikoloji ile yapılanın aslında kendi bilincin ve tavırınla ilgili bir çalışma olduğunu biliyorsun ve bir kez bunu öğrendikten sonra namaz kılarken de ya da Hristiyan bir kilisede dua ederken de kullanman mümkün. Burada bakılan içinde ne olduğu, kılıftaki şekil değil.
Yoga birçok insan için kılıf olabiliyor. Hareketler ve nefes çalışmaları kişiyi meditatif oturma
için donanımlı kılıyor.
Advayta yoga nedir?
Advayta Hindistan’dan gelen felsefenin ismi. Aslında 2 değil demek, A- değil demek (negatif) ve dvayta’da düalist demek. Çok süptil bir kavram, egonu gördüğün ve deneyimlediğin şeyden ayrı zannettiğin yani ben Zeynep olarak şu an bunu yaşıyorum zannettiğin an düalist bir yapı oluyor. Yoganın bilinçteki ve tavırdaki dönüşüm hevesi bu aslında. Zeynep diye doğadan ve şu an olup bitenden ayrı bir Zeynep yok. Zeynep’in içinde ona yaşam veren ile Pınar’ın içinde ona yaşam veren aynı. Derin bir boyutta bunu tanıyıp
kavradığınızda, Pınar’ı ve Zeynep ayrı algılıyoruz ve ben senin saçını ya da karakterini beğenmesem de sevgi oluyor arada ve o sevgi bizi bütünleştiriyor. Bu felsefe beni çok uçuruyor. Ben yogadan önce bunu tanımıyor ve bilmiyordum. İlahiyat dışımızda bir şey sanıyordum. Bu yüzden David ile bu ismi verdik. Hem çok hoşumuza gittiği için, hem de ne teknik öğretirsek öğretelim altında bu temel ve felsefe ile öğretmeyi hatırlıyoruz. Aslında değiştirecek bir şey yok. Değişen tek şey kılıf, tabi ona da bakmak gerekiyor. Hedefimiz dış değil, içsel dönüşüm, bu niyet ile çalışıyoruz. Bunu ne kadar yapabiliyoruz bilmiyorum ama
o niyeti koymak, isimde de niyet belirlenirse, enerjetik olarak da etkili oluyor. Her seferinde bana niye burada olduğumu hatırlatıyor.
Yogayı hayatımıza nasıl adapte edebiliriz?
Sevdiğiniz bir hoca bulup, severek gittiğiniz düzenli derslerle, bir ilişki kurabilirsiniz. Hoca ne yapıyor, ondan ne öğrenebilirim? İnzivalara gitmek, hoca ile haftada birkaç kez vakit harcamak önemli. Sonra oradaki deneyimler hayatına otomatik geçmeye başlıyor. Kurulan ilişki online olabilir, canlı dersler aracılığıyla olabilir. Bu bilgiler bir şekilde gelmek zorunda ve bu noktada önemli olan hangi yoga benim için doğrudan öte, hangi hoca beni çekiyor gibi kalpten giden bir yol olmalı. Kalbe dair bir çalışma bu ve dinleyeceğinizde “Neden hoşlanıyorum?” “Ne beni kıpır kıpır yapıyor?”
Sizin yoganız yıllar içerisinde nasıl gelişti ve evrildi? Sizin yoga pratiğiniz ve dersleriniz yıllar içerisinde nasıl evrildi? Neredeydiniz ve şimdi nerede görüyorsunuz kendinizi?
New York’ta başladığımda çok gençtim, 20’li yaşlardaydım. 25 yıl önce tabii daha hareketliydim, bedenim daha gençti ve en zor pozları yapan yoga tarzlarıyla başlayıp bir süre öyle devam ettim. Fakat sonra bedenimin buna elverişli olmadığını anladım. Omuzda incinme, bedende ağrılar baş göstermeye başlıyor. İnsan kendi beden yapısına göre br yoga tarzı seçiyor. Mesela kalçası esnek olanlar, kalça esnekliği gerektiren bir tarzı seçebiliyor doğal olarak. Erkekler üst bedenleri daha büyük olduğu için eller üzerinde ve denge ağırlıklı bir tarzı seçebiliyor. Kişi tipine göre kendine göre bir tarzı buluyor pratikle. Yapılan testler ile orta esneklikte bir beden yapım olduğunu öğrendim. İncinmeye meyilli bir bedenim olduğu için benim seçimim daha çok terapötik yoga oldu. Bunu sevdim ve şu an öğretiyorum.
Yoga eğitmenlik eğitimlerinizde büyük bir açıklık ile bilgi ve deneyimlerinizi paylaştığınız biliyorum. Bu size nasıl bir katkı sağlıyor? Öğrenciye böyle bir alan açmak onlara neler sağlıyor?
Covid bu anlamda çok büyük bir farkındalık yarattı aslında hepimizde olduğu gibi. Advayta yoga eğitmenlik eğitimini bağış usulü olarak açmadan önce çok düşündüm. Ölmeden önce ne yapmak istiyorum diye ciddi ciddi düşündüm. Eğer hayatım bitti ve öleceksem vakit kalmadıysa, Zeynep olarak ne yapmak istiyorum? Sonrasında büyük bir korku da yaşadım. Ücretsiz sunmayalım, küçük de olsa bir ücret koyalım, ucuz olsun diye düşündüm. Sonra aynı şey olmadığını fark ettim. Bir şeyi bağış usulü sunmak ile ucuz bir fiyata sunmak aynı his değilmiş. Bağış usulü eğitimi açtıktan sonra insanlar ağlayarak, şükrederek eğitimlere kayıt olmaya başladı. İnsanların tepkilerini görünce doğru bir karar verdiğimi anladım. Bu
bilgilere ulaşamayan insanlara bunu verebilmek benim yaşam amacım zaten, herkes belirli bir şey yapabiliyor, benim yapabildiğim de yoga. O yüzden yoga ve farklı konuları da bonkör ve insanlara faydalı şekilde sunma yollarını hala araştırıyorum. Baharda eşim David’in mindfulness eğitimini de bağış usulü olarak sunacağız. Bizimde dünya ve Türk toplumuna bir katkımız olsun diye düşünüyoruz. Çok büyük bir tatmin oldu bu süreç. Eğitimde 2.000 kişi var ve kimse şikayet etmiyor. Normalde paralı verdiğim eğitimlerde şikayet olurdu, beklentiler yüksek olurdu. Bunların hiçbirini yaşamadık. Herkes memnun süreçten.
Sizinle yoga yapmak çok farklı bir deneyim oluyor. Hareket etmenin ötesinde, meditatif bir alan açılıyor ve kişiye çok şey katıyor. Bu noktada ne demek istersiniz?
Godfrey ile yaptığım eğitim ve çalışmalar ile onun kullandığı mindful dil yoğun bir şekilde beynime girdi ve deneyimledim. Bir şeyi duyduğumda “Kök sal, hisset” bunu nasıl daha iyi ifade edebilirim diye dil üzerine sürekli düşününen biriyim. “Kök salarak hisset” ortaya çıkabiliyor. Deneyim, mindful eğilimimin olması ve bunun şifalandırıcı gücüne inanmam ile birlikte hem yüzeysel deneyimledim, hem dönüşüm yaşadım, hem hoca olarak bunu sürekli geliştirdim. Yin yoga eğitimi için Paul Grilley eğitimine gidiyorum, mindfulness buna nasıl daha iyi eklenebilir üzerine sürekli düşünüyorum. Fasya eğitimine gidiyorum, tavırları mindful ancak dilleri değil. Bu noktada dillerini nasıl daha iyi mindfulness bir alana getirebilirim diye düşünüyorum. Peter Levine eğitimlerine gittim, orada da fazla koruyucu bir dil var, buna nasıl motivasyon katabilirim diye düşündüm. Hoca hiçbir şekilde öğrenciye bakmıyor, bu da çok abartı mesela. Farklı farklı eğitimlerden ve eğitmenlerden öğrendiklerimi harmanlama özgün yeteneğine sahibim. Belki hiçbir şeyin ustası değilim ancak içine daldığım konuları özgün bir şekilde bir araya getirip ve hiç yapılmamış bir şey oluşturabiliyorum. Bir dönem bu konuda kötü hissediyordum aslında sonra şöyle bir olay yaşadım bir arkadaşımla. Dr. Dan Siegel İstanbul’a Amerikan Hastanesi’nde sunum yapmak için geldiğinde fizik ve kuantumdan bahsetmişti. Arkadaşım dedi ki fizikçi olmadığı için kuantumdan falan bahsedemez dedi. Bende eşim David’e dönüp, yandım ben dedim çünkü 200 saatlik yoga eğitimi uzmanlık değil, fizik tedavi uzmanı değilim, spor akademisine gitmedim. David o dönem bu konuda bir yazı araştırıp bulmuştu benim için, benim gibi farklı farklı bilgileri bir araya getirerek özgün bir çalışma oluşturmak da özel bir şey. Benim şu ana kadar görmüş ve deneyimlemiş olduklarım beni özgün kılıyor. Fasya uzmanı değilim, akrobasi uzmanı değilim. Fizyoterapist değilim, akademik olarak bir ünvanım yok ancak bunları bir araya getirme yolum insanlarda büyük bir güven yaratıyor. Hatta Amerikan Hastanesi’ndeki doktorlar beni takip ediyorlar öğrenmek için. Öğrenciler sizin bu anlattıklarınızı hangi platformdan öğrenebiliriz, nasıl edinebiliriz diye çok soruyorlar, bazen komik geliyor çünkü yok öyle bir yer.
“Bilinçli farkındalık dediğimiz oluş hali, ilk 3 çakranın üzerine çıkabildiğimizde mi başlıyor?” Bir online seminerine katılmıştım; ilk 3 çakrada korkular (1) dürtüler (2) ve görevler (3) olduğunu söylemişti. Spiritüel yaşam 4. çakrada başlıyor demiştiniz. Bu noktada mindfulness’u nasıl katabilir veya aktarabiliriz?
Kişi kendinde bunu farkedebilir çünkü derin bir bağlantı olması gerekiyor bu noktada kişinin kendi ile.
Karanlıklar bir kuyu gibi ve deştikçe çıkıyor. Bakmaya başladıkça kendi travmanın ötesinde aile sisteminden gelen travmalar da artık kabul ediliyor. Nesilden nesile geçişler bilimsel olarak bile kabul görüyor günümüzde. Yurtdışında yapılan bir deneyde, bir nesil kıtlık çektiyse, iki nesil sonra bu obezite olarak ortaya çıkabildiği kanıtlanmış. Geçmiş nesillerin travmaları genlerimize aktarılıyor ve Dr. Gabor Mate bundan bahsediyor ve epigenetik deniyor buna. İlk 3 çakra bölgesindeki karanlıklara baktıkça, sen yaşamamış olsan bile tecavüz, göç, birini öldürme gibi deneyimler ortaya çıkacaktır. Bütün insanlığın yaşadığı bu olaylar, bağlantıda olduğumuza inanıyorsak eğer, bireyin içeriye dalmasıyla da kendini gösteriyor. Bu noktada daldığında sırf kendine değil, insanlığın tarihçesine dalıyorsun aslında. Bu noktada mindful olmak önemli, fazla dehşete düşmemek için önemli. Hepimizin hayatında rahatsız edici anılar var, belirli bir noktada bunları kabul etmek ve kapılıp gitmemek değerli bir bilgi ve bunu mindfulnes öğretiyor. Duyumların gelip geçtiğini izliyorsun, anılar, resimler akıp gidiyor ve sen onlara kapılıp gitmeden var olabilme haliyle kalabilmek çok önemli. Yoksa sonsuz bir ızdırap ve kuyunun içine düşmek mümkün. Amacımız sırf ortaya çıkarmak değil, deşip öğrenmek, niye böyle, nasıl bağlantılı, niye ben böyleyim, yani niye sorusunun cevabı önemli değil. Ortaya çıkan duyumla kalabilmek ve o onunla yaşayabilmek önemli. Birçok kişi spiritüelliğe travmatize girdiği için, ilk girdiğinde o travmalarını şifalandırmak için başlıyor ve bunun büyük bir parçası da “Niye bana böyle oldu?” “Bu kişi ile ilişkimi nasıl şifalandırabilirim?” gibi. Zamanla niye, nasıl, neden, niye böyle olay neydi, neye bakmam gerekiyor şeklindeki o deşme sona ermeye başlıyor alt çakralarda.
Okuyucularımıza günlük hayatta uygulayabilecekleri ne önerirsiniz?
Bir formül önermekten ziyade şöyle bir önerim olacak. Bunun için Zeynep Aksoy Reset Youtube kanalımı öneriyorum. Çünkü ben bugün bunu yapın, yarın şunu deneyin yerine bir teknikle kalıp, o tekniği her gün uygulayarak onun uzmanı olunmasını öneriyorum. O teknik içinde kendinin uzmanı olmayı öğreniyorsun ve bu çok güzel kapılar açıyor insanın hayatında. Videolarda her gün farklı konular anlatıyorum, bazen yoga, bazen travma gibi ve hep bir meditasyon uygulamasıyla bitiriyorum. Böylece kişi yavaş yavaş, damla damla benimle birlikte mindfulnessı deneyimliyor. Başlangıç için bunu öneririm. Sonra kişinin önünde kapı kapıyı açıyor, kitap okuyor, başka bir hoca buluyor, güzel bir başlangıç oluyor kişi için.
**Interosepsiyon bir duyu. Bizlere genelde beş duyu öğretilir. İşitme, Oküler (görme), Tatma, Taktil, Koklama genelde bu beş duyuyu tanıyoruz. Ancak bunlar dışında beden pozisyonumuz ve hareket algısı olan propriosepsiyon, uzaysal beden algısı vestibuler ve iç organlarımızdan gelen bilgiyi yorumlayan interosepsiyon duyumuz var. Otonom sinir sisteminden gelen her sinyal interoseptiftir. Yani ben -tehdit altında mıyım, güvende miyim-bilgisi interosepsiyondan geliyor.